Sırada Kolombiyalılar’ın ünlü şehri Medellin. Ünü nerden mi
geliyor; zamanında dünyanın en tehlikeli şehirlerinden birisi olmasından, ünlü
uyuşturucu kaçakçısı Pablo Escobar’ın memleketi olmasından, Medellinlerin
kendilerini diğer Kolombiyalılar’dan
üstün görmesinden, diğer Kolombiyalılar’ın onları kendilerinden farklı,
biraz ticarete düşkün biraz düzenbaz görmelerinden, ülkede tek metro sistemine
(yerin üstünden) sahip olmalarından vs.. Şehrin ünlü olması için pek çok neden var. Ama
bana sorarsanız -şehrin kendisi elbette Kolombiya’ya gelmişken mutlak gidilmesi
gereken yerlerden- burada yaşamak isterdim diyebileceğim şehirlerden birisi değil.
Medellin için önce Salento’dan tekrar Pereira şehrine gelip
burada Medellin otobüsüne bindim. Gece yolcuğu yaptım yine. Kolombiya büyük bir
ülke. Şehirler arasındaki mesafeler de en az 9-10 saat civarı olunca gece
yolculukları şart oluyor. Ama bu otobüs yolculuğunda nerdeyse hiç uyuyamadım.
Medellin’de Kuzey ve Güney olmak üzere 2 ayrı terminal var. Arasında ise metro
hatlarından birisi geçiyor. Metro gerçekten ulaşımı kolaylaştırmış. Ben güney
terminalde indim. Sonra metroyu kullanarak Hostal Paisa City hostele geçtim.
Çok sevemedim hosteli, 1 gece kalıp farklı bir hostele geçmeye karar verdim.
Hostel’de birkaç saat uyuduktan sonra çıkıp ünlü Botera Parkı’na gittim
yürüyerek. Burada ünlü ressam, heykeltıraş Botero’nun heykelleri var. (23 adet)
Diğer bir park Parque de las Luces'e (Park of Lights) gittim. İçinde onlarca ışık direklerinin yer aldığı enterasan bir park. Zamanında oldukça tehlikeli bir yermiş. Yanlış hatırlamıyorsam şimdi Medellin'in yenilenmiş yüzünü simgeliyor. Ama akşamları hala pek tekin değil dediler.
Ayrıca Berrio Parkı’na gittim. Burası olukça kalabalık,
gitar çalan yaşlı amcaların, ellerinde termoslarla kahve satan genç kızların olduğu küçük ama hikayesi
çok bir park. Buradaki metro istasyonun merdivenlerine diğer Kolombiyalılarla
oturup parkı izledim biraz. Bizdeki Sirkeci Yeni Cami’nin merdivenlerini ve
önündeki kalabalık insanlarını hatırlatıyordu görüntü.
Ertesi günü Botanik Park’ta ve hemen yakınlarında yer alan
üniversiteye giderek geçirdim. Özellikle üniversiteyi gezmekten keyif aldım.
Pek çok grafitiler vardı duvarlarda.
Medellin’e gelmişken Guatape’ye gitmeden olmazdı. Guatape, yapılan bir baraj sonucu oluşan, içinde
adaların, göllerin olduğu daha doğrusu su ve karanın iç içe geçtiği neyin ada
neyin göl olduğunun pek anlaşılamadığı bir doğa harikası. İnsan elinin
değdiği ve sonucun güzel olduğu ender olaylardan birisi sanırım. 4.gün kuzey
terminalden kalkan otobüsle buraya gittim. Yolculuk 2,5-3 saat kadar sürdü.
Yolda Hint asıllı Amerikalı Baskar ile yan yana oturduk. Diğer koltukta da 2
arkadaşı vardı. Yine Hint asıllı, İngilizcesi iyi bir kız ve Kolombiyalı bir
çocuk. Baskar New York’da büyük bankaların birinde çalışıyor. Benim de eski bir
bankacı olup uzun süredir gezdiğimi öğrenince yaptığım seyahate çok ilgi
gösterdi, sorular sordu, seyahat üzerine konuştuk bolca. Bu arada Kolombiyalı çocuğun baştan beri elinde
bira vardı ve hafif sarhoştu. Aslında
başında şapkası, çok sempatik birisiydi sabahtan sarhoş olduğuna göre içkiye fazlaca
zaafı var diye düşündüm. Arada sesli müzik söyledi, biraz Buscar’ı terletip
durdu :)
Neyse yolculuk bitti, Guatepe merkezdeki bir hostele
yerleşip o günü kasabayı dolaşarak geçirdim. Boyalı evleriyle küçük ama güzel
bir kasabaydı. Akşam hostelin restoranında, gruptan çıkan Kolombiya’nın
Arjantin ile eleme maçını izledim yaklaşık 20-30 Kolombiyalı ile. Yarısı
bayandı ve bayanlar daha fanatikti. Bir de adam vardı heyecandan arada kalkıp
kocaman ekranın yanına gidip orda izliyordu, nasıl görüyorsa o kadar yakından.
Penaltılara kaldı, Kolombiya eline geçen pek çok fırsatı değerlendiremedi, ne
zaman Arjantin penaltı kaçırsa onlar da kaçırdı ve sonunda elendiler. Herkes
şok oldu. O büyük heyecan bir anda yerini mutsuzluğa bıraktı. Yıllar önce bir dünya kupasında kendi kalesine gol atarak takımın elenmesine yol açan ve 1-2 ay sonra bir barda öldürülen Kolombiya'lı futbolcu Andreas Escobar aklıma geldi. Neyse ki 1-2 saat sonra herkes normale dönmüştü. Zaten futbol da alt tarafı bir oyun değil mi..
Ertesi günü sabah 1 saatlik bir yürümeyle bahsettiğim
manzarayı en iyi göreceğim garip görünümlü kocaman bir kayanın La Piedra’nın
bulunduğu yere geldim. Milyonlarca yıl önce oluşmuş bu kaya parçasının yarık
olan iç kısmına merdivenler yapılmış. Toplam 650 adım, tepesindeki kulemsi yapı
ile 740 adım. Çıkması biraz zahmetli ama manzarası tek kelimeyle muhteşem. Bir
süre manzaranın keyfini çıkardıktan sonra bu sefer otobüsle dönüp hostelden
çantamı aldım ve geri dönüş için otobüse bindim. Bu sefer de yanıma sarhoş bir
Kolombiyalı amca oturdu. Arkamda ise Medellin’de aynı hostelde kaldığımız 2
Avustralı erkek oturuyordu. Adam bir onlara bir bana sardı ama bir şey
anlamıyoruz ki dediğinden. Neyse 10 dakika gittik, araba durdu ve yine Baskar
ve 2 arkadaşı bindi. Kolombiyalı çocuğun elinde yine bira ve dünden daha beter
sarhoş. Ama güzel yanı 2 Kolombiyalı sarhoş acayip iyi anlaştılar. Biz de
kurtulduk. Ama Kolombiyalı genç hazır ayaktayken arada otobüste şarkı söyledi,
sonra this Turkish guy is my friend deyip durdu, Avustralyalılarla şakalaştı, otobüs içinde takla atmaya çalıştı. Enterasan bir yolculuk oldu :)
Medellin’e varınca bu sefer 3. ve en beğendiğim hostel Grand
hostelde kaldım. Burada 2 gece kaldım. İlk gün zaten akşam olmuştu. Ertesi günü
de aslında pekçok yeri gezmiş olsam da bedava düzenlenen şehir turuna katılıp
gezdiğim yerlerin hikayelerini dinledim biraz. Buradan artık iyice kuzeye gidip
Karayipleri görmenin vakti geldi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönderme